Hukuk devleti ilkesinin hâkim olduğu bir sistemde, idarenin hukuka bağlılığı ve tüm tasarruflarının yargı denetimine tâbi olması gereklidir. Bu açıdan bireyler hak arama ve haklarını koruma amacıyla, hak arama hürriyeti kapsamında bağımsız ve tarafsız mahkemelere başvurma imkânına sahiptir. Bu durum Anayasanın 36. maddesinde yer alan, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" hükmü ile koruma altına alınmıştır. Uyuşmazlık konusu bir durumun yargı mercileri önüne taşınmasında asıl amaç, hak ve menfaatlerin korunmasını, kaybedilen hak ve menfaatlerin iadesini veya haksızlık nedeniyle uğranılan zararların tazminini sağlamaktır. Davanın lehine sonuçlanmasını arzu eden tarafın, iddiasını ispatlayabilmesi ve hâkimin vicdani kanaatini etkileyebilmesi gerekir. Mahkemelerin, tarafların ileri sürdüğü olay, vakıa ve iddialar hakkında kanaat edinebilmesi için gerçekleştirilen faaliyetlere "ispat", bu faaliyetler bağlamında kullanılan araçlara ise "delil" denmektedir. Bir hakkın elde edilmesi için başvurulan maddi hukuk hükümlerinin yanı sıra, usul hukukuna ilişkin hükümler de ayrı bir öneme sahiptir. Maddi hukuk hükümleri uyarınca hak sahibi olduğunu iddia eden kişinin - gerçekte iddia ettiği şekilde hak sahibi olsa da- mahkeme nezdinde bu hususu usul hükümlerine uygun olarak ispatlaması, mahkemeyi hak sahibi olduğuna inandırması gerekir. Bu nedenle Türk hukukunda bir olaydan kendi lehine sonuç doğduğu iddiasında olan kişinin, bu iddiasını ispat etmesi gerektiği genel kural olarak kabul edilmiştir. İspat ve delillerin değerlendirilmesi, yargılama usullerinin kendine özgü nitelikleri nedeniyle farklılık göstermektedir. Medeni yargılamada taraflarca getirilme usulünün benimsenmesi, hâkimin delillerin takdiri noktasında pasif bir konumda kalmasına sebebiyet verirken; idari yargıda yer alan re'sen araştırma ilkesi delillerin toplanmasından takdirine kadar çoğu hususta hâkime aktif bir rol yüklemektedir. Diğer taraftan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda hak sahibinin iddiasını hangi ispat vasıtaları ile ispatlayabileceği ve ispat yüküne ilişkin açık bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu konuda Kanunun 31. maddesiyle Hukuk Muhakemeleri Kanununa göndermede bulunulmuştur. Başka bir ifadeyle, idari yargılama hukukunda delillere ilişkin temel düzenleme, İdari Yargılama Usulü Kanununun 31. maddesinin delillere ilişkin göndermede bulunduğu Hukuk Muhakemeleri Kanunudur. İdari yargılama hukukunda ispat faaliyeti ile deliller hususunda ayrı bir düzenleme olmaması ve medeni yargılamadaki bir usul kanununa göndermede bulunulması, uygulamada birtakım sıkıntıları beraberinde getirmektedir. İdare hukukunun kendine has birtakım özellikleri, idari yargıda görülen davalarda Hukuk Muhakemeleri Kanununun olduğu gibi uygulanmasına engel teşkil etmektedir. Bu noktada, idari yargıda yazılı yargılama usulünün benimsenmesi, hâkimin dosya üzerinden inceleme yapması, re'sen araştırma gibi bazı özellikler, ispat ve delil müessesesi konusunda, idari yargının kendisine has bazı özel uygulamalar oluşturmasına sebep olmuştur. Üç bölümden oluşan bu çalışmanın ilk bölümünde, idari yargılama hukukunda ispat ve deliller ile idari yargılama hukukuna hâkim olan temel ilkelere ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. İkinci bölümde, idari yargılama hukukunda uygulama alanı bulan/bulmayan delillerin tümüne ilişkin bir değerlendirmede bulunulmuştur. Bu kapsamda doktrinde yer alan görüşlerin tamamına yakınından istifade edilmeye ve konu ile ilgili yargı kararlarından örnekler verilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın son bölümünde ise tarafımızca önemli görülen konu ile ilgili idari yargı içtihatlarının özetine yer verilmiştir.